Kayseri Denince
Kayseri denilince aklıma ilk gelen beklentinin tersine Erciyes Dağı’dır. Kuşkusuz Kayseri bir çok özelliği ile ön plana çıkan bir ilimizdir. Ticaret konusundaki başarısı, köklü geçmişi, son yıllardaki hızlı gelişimi, ismi ile kişilik kazanan mutfağı bu özelliklerinden birkaçıdır. Ancak, kimbilir dağlara olan ilgimden, hayranlığımdan mı, yoksa dağlara tırmanmaktan duyduğun keyiften mi çok emin değilim ama Ankara’dan Kayseri’ye doğru giderken 50-60 km öncesinden Kayseri’ye ait gördüğünüz ilk şey ihtişamlı görünümü ile Erciyes Dağı’dır, her zaman tepesi karlıdır ve bende her zaman doğduğum topraklara olan aidiyet ve kimlik duygusunu pekiştirmiştir.
30 yılı aşkın bir süredir Ankara’da yaşayan Kayseri’li bir bürokrat olarak Kayseri tarzında bir sosyal hayatdan bahsetmem mümkün değil. Bunu şunun için söylüyorum, Kayseri’de çoçukluğum ve gençliğim dönemlerinde dolu dolu yaşanmış bir sosyal hayatım vardı. Geniş aile çevresi , mahalle dostlukları, komşular, okul çevresi, iş hayatından dostlar ve arkadaşlardan oluşan çok geniş bir çevre…Ankara’da farklı bir sosyal hayat içinde olmak bir tür şartların ve sorumlulukların gereği olarak ortaya çıkıyor, bu anlamda iş hayatım en büyük belirleyici olmuştur. Dolayısıyla sosyal çevrem büyük ölçüde iş hayatımın bir türevi olarak ortaya çıkmakta ve gelişmektedir.
Kayseri mutfağı oldukca zengindir. Hayatımın önemli bir kısmının Kayseri’de geçmiş olması sebebiyle damak zevkim çok değişmedi. Her ne kadar mutfak deneyimim oldukça az olsa da damak tadım konusunda kendime güvenirim. Kayseri’ye has ya da Kayseri de farklı olarak yapılan bir çok değişik yemek olmakla birlikte benim favorim hala mantı. Fakat bu konuda seçiciliğimi kaybetmediğimi ve evde yapılan içinde bir günlük emeği barındıran mantığı benim için sadece tadı ile değil emek ve özeni ile saygı duyulan bir yemek olma özelliğini koruyor. Hamuruna, içindeki etine, pişirilmesine, üzerine konulan yoğurtun özenmesine gösterilen itina Mantı’yı sadece yenilmesi güzel olan bir yemek değil aynı zamanda hayran olunması gereken bir yiyecek türüne dönüştürüyor.
Yaşıtım çoğu Kayseri’li çocuk gibi çalışma hayatına girişim ilkokul birinci sınıftan itibaren başladı. Okul’dan çıktıktan hemen sonra, hatta önlüğümü çıkarmadan ailemizin işyerine giderek başlayan çalışma (ticaret) hayatım, üniversiteden mezun oluncaya kadar devam etti ve daha sonra farklı bir kulvarda devam etti. Bunu çocukluğumu yaşayamamış olma pişmanlığı ile ifade etmiyorum. Tabii ileriki yıllarda okul dışında çeşitli aktivetelere katılan yani dükkana gitmesi gerekmeyen arkadaşlarıma biraz özendiğimi itiraf etmem gerekir. Fakat okul ile işi birarada yürütebilmek bir hayat tarzı haline geldiğinde, oyun oynama alışkanlıkları da değişti, akşamları iş dönüşü hava kararıncaya kadar mahallede arkadaşlarla futbol oynamak en büyük zevkimdi.
Maalesef ülkemizin potansiyelini, sahip olduğu değerleri anlamak konusunda biraz hasis ve dar görüşlü davranıyoruz ve son derece gereksiz tartışmalarla bu potansiyelin etkin bir şekilde kullanımının önüne geçiyoruz. Türkiye ile ilgili en sağlıklı değerlendirme kuşbakışı bir şekilde etrafımızdaki ülkelerle, gelişmiş Batı Avrupa ülkeleri ile mukayese yapılmak suretiyle yapılabilir kanaatindeyim. Nüfusu, genç insan gücü, toprak yapısı, coğrafyası, dinamizmi ve tarihi ile mükemmel bir bütünlük ve ölçek sergileyen ülkemiz dengeli ve yüksek oranlı büyüme potansiyeline sahip parlayan bir yıldız görünümündedir. Bizlere düşen bu yıldızın parlaklığını diri tutmaktır. Küreselleşen dünyada önemli bir aktör olmak için sahip olunması gereken bütün varlık ve değerler ülkemizde birarada bulunmaktadır. Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde gerçekleştireceğimiz dönüşüm ve yapısal reformlarla var olduğuna inandığım bu potansiyelin önü açılacaktır.
Bir cevap yazın