Metin Kilci – MK Müşavirlik http://mkconsulting.com.tr Tue, 14 Mar 2017 14:09:23 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.2.2 http://mkconsulting.com.tr/wp-content/uploads/2017/03/cropped-mk-32x32.png Metin Kilci – MK Müşavirlik http://mkconsulting.com.tr 32 32 Kit’lerin Yapılarına İlişkin Kısa Bir Değerlendirme http://mkconsulting.com.tr/kitlerin-yapilarina-iliskin-kisa-bir-degerlendirme/ http://mkconsulting.com.tr/kitlerin-yapilarina-iliskin-kisa-bir-degerlendirme/#respond Fri, 12 Aug 2011 16:14:40 +0000 http://mkconsulting.com.tr/?p=1029 Mevcut mevzuat çerçevesinde Kamu iktisadi teşebbüsleri günümüz şartlarında yönetimi ve işlevselliği çok zor bir yapı arzetmektedir. Denetim, personel ve tedarik düzenlemeleri (KİK) başta olmak üzere KİT’leri çevreleyen mevzuat bu kuruluşların mevcut piyasa şartlarında rekabetçi bir yapıda faaliyette bulunmalarını önlemektedir. KİT mevzuatı her haliyle liberalleşme ve serbest piyasaya uyum bakımında çağın gerisinde kalmıştır.

Bugün AB üyesi ülkelerindeki kamu sermayeli şirketlerin rekabet gücü ve faaliyet esneklikleri dikkate alındığında ülkemizdeki KİT’ler çok geride kalmaktadır. KİT’ler kamu kaynaklarını kullanmak yönüyle elbette kamusal bir denetime tabi tutulmalıdır. Ancak bu denetimin sınırları ve yönteminin kuşkusuz diğer kamu kuruluşlarınınkinden farklı olması gerekir. Esasen Anayasa’da zikredilen güçler ayrılığı ilkesi bu ayrımı bir ölçüde yapmaktadır. Özellikle yerindelik denetimi konusunda yapılan son düzenleme bu yönde atılmış önemli bir adımdır.

Diğer taraftan KİT’lerin TBMM tarafından denetlenmesine ilişkin 3346 sayılı Kanun’da da  genel kurulları Türk Ticaret Kanununa veya özel kanunlarına tabi şirket ve kurumlar hakkında yapılacak denetimin usulü ayrıca belirtilmiştir.  Bugünkü İdari yargı ve denetim mekanizması KİT’ler açısından takdir alanını son derece daraltıcı niteliktedir. Sayıştay’ın denetim alanı ise büyük ölçüde idari takdir alanına girmektedir. Yargısal düzenlemelere rağmen idari yargı kararları da aynı ölçüde kısıtlayıcı olabilmektedir.

Çözüm olarak KİT’lerin 3346 sayılı Kanundaki istisnai denetim kapsamında kalmak kaydıyla özel hukuk hükümlerine tabi olması yönünde adımların atılması gerekmektedir. Bunun yanında özellikle KİT yönetiminde Hazine’nin sermaye sahipliğinden kaynakalanan rolü ile ilgili bakanlıkların politika belirleme, yönetme ve yürütme rollerinin yeniden tanımlanması gerekir.

Özellikle uluslararası alanda faaliyet gösteren ve emsallerinden çok farklı bir hukuki çerçeve ile kuşatılmış TPAO, BOTAŞ, EÜAŞ, TEİAŞ, TETAŞ gibi kuruluşların rekabet gücünü artıracak serbest piyasada etkin rol üstlenebilecek bir yapıya kavuşturulması sadece bu kuruluşların performansını artırmakla kalmayacak aynı zamanda yatırım ortamının iyileştirilmesine de katkıda bulunacaktır.

]]>
http://mkconsulting.com.tr/kitlerin-yapilarina-iliskin-kisa-bir-degerlendirme/feed/ 0
Kayseri Denince http://mkconsulting.com.tr/kayseri-denince/ http://mkconsulting.com.tr/kayseri-denince/#respond Tue, 06 May 2008 16:13:34 +0000 http://mkconsulting.com.tr/?p=1027 Kayseri denilince aklıma ilk gelen beklentinin tersine Erciyes Dağı’dır. Kuşkusuz Kayseri bir çok özelliği ile ön plana çıkan bir ilimizdir. Ticaret konusundaki başarısı, köklü geçmişi, son yıllardaki hızlı gelişimi, ismi ile kişilik kazanan mutfağı bu özelliklerinden birkaçıdır. Ancak, kimbilir dağlara olan ilgimden, hayranlığımdan mı, yoksa dağlara tırmanmaktan duyduğun keyiften mi çok emin değilim ama Ankara’dan Kayseri’ye doğru giderken 50-60 km öncesinden Kayseri’ye ait gördüğünüz ilk şey ihtişamlı görünümü ile Erciyes Dağı’dır, her zaman tepesi karlıdır ve bende her zaman doğduğum topraklara olan aidiyet ve kimlik duygusunu pekiştirmiştir.

30 yılı aşkın bir süredir Ankara’da yaşayan Kayseri’li bir bürokrat olarak Kayseri tarzında bir sosyal hayatdan bahsetmem mümkün değil. Bunu şunun için söylüyorum, Kayseri’de çoçukluğum ve gençliğim dönemlerinde dolu dolu yaşanmış bir sosyal hayatım vardı. Geniş aile çevresi , mahalle dostlukları, komşular, okul çevresi, iş hayatından dostlar ve arkadaşlardan oluşan çok geniş bir çevre…Ankara’da farklı bir sosyal hayat içinde olmak bir tür şartların ve sorumlulukların gereği olarak ortaya çıkıyor, bu anlamda iş hayatım en büyük belirleyici olmuştur. Dolayısıyla sosyal çevrem büyük ölçüde iş hayatımın bir türevi olarak ortaya çıkmakta ve gelişmektedir.

Kayseri mutfağı oldukca zengindir. Hayatımın önemli bir kısmının Kayseri’de geçmiş olması sebebiyle damak zevkim çok değişmedi.  Her ne kadar mutfak deneyimim oldukça az olsa da damak tadım konusunda kendime güvenirim. Kayseri’ye has ya da Kayseri de farklı olarak yapılan bir çok değişik yemek olmakla birlikte benim favorim hala mantı. Fakat bu konuda seçiciliğimi kaybetmediğimi ve evde yapılan içinde bir günlük emeği barındıran mantığı benim için sadece tadı ile değil emek ve özeni ile saygı duyulan bir yemek olma özelliğini koruyor. Hamuruna, içindeki etine, pişirilmesine, üzerine konulan yoğurtun özenmesine gösterilen itina Mantı’yı sadece yenilmesi güzel olan bir yemek değil aynı zamanda hayran olunması gereken bir yiyecek türüne dönüştürüyor.

Yaşıtım çoğu Kayseri’li çocuk gibi çalışma hayatına girişim ilkokul birinci sınıftan itibaren başladı. Okul’dan çıktıktan hemen sonra, hatta önlüğümü çıkarmadan  ailemizin işyerine giderek başlayan çalışma (ticaret) hayatım, üniversiteden mezun oluncaya kadar devam etti ve daha sonra farklı bir kulvarda devam etti. Bunu çocukluğumu yaşayamamış olma pişmanlığı ile ifade etmiyorum. Tabii ileriki yıllarda okul dışında çeşitli aktivetelere katılan yani dükkana gitmesi gerekmeyen arkadaşlarıma biraz özendiğimi itiraf etmem gerekir.  Fakat okul ile işi birarada yürütebilmek bir hayat tarzı haline geldiğinde, oyun oynama alışkanlıkları da değişti, akşamları iş dönüşü hava kararıncaya kadar mahallede arkadaşlarla futbol oynamak en büyük zevkimdi.

Maalesef ülkemizin potansiyelini, sahip olduğu değerleri anlamak konusunda biraz hasis ve dar görüşlü davranıyoruz ve son derece gereksiz tartışmalarla bu potansiyelin etkin bir şekilde kullanımının önüne geçiyoruz.  Türkiye ile ilgili en sağlıklı değerlendirme kuşbakışı bir şekilde etrafımızdaki ülkelerle, gelişmiş Batı Avrupa ülkeleri ile mukayese yapılmak suretiyle yapılabilir kanaatindeyim.  Nüfusu, genç insan gücü, toprak yapısı, coğrafyası, dinamizmi ve tarihi ile mükemmel bir bütünlük ve ölçek sergileyen ülkemiz dengeli ve yüksek oranlı büyüme potansiyeline sahip parlayan bir yıldız görünümündedir.  Bizlere düşen bu yıldızın parlaklığını diri tutmaktır. Küreselleşen dünyada önemli bir aktör olmak için sahip olunması gereken bütün varlık ve değerler ülkemizde birarada bulunmaktadır. Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde gerçekleştireceğimiz dönüşüm ve yapısal reformlarla var olduğuna inandığım bu potansiyelin önü açılacaktır.

]]>
http://mkconsulting.com.tr/kayseri-denince/feed/ 0
Özelleştirmenin Bütçe Üzerindeki Etkisi http://mkconsulting.com.tr/ozellestirmenin-butce-uzerindeki-etkisi/ http://mkconsulting.com.tr/ozellestirmenin-butce-uzerindeki-etkisi/#respond Fri, 24 Feb 2006 16:59:10 +0000 http://mkconsulting.com.tr/?p=1019 Bu çalışma, özelleştirmenin, özellikle zarar eden teşebbüslerin özelleştirilmesinin bütçe üzerindeki etkilerinin incelenmesini amaçlamaktadır. Çalışmada, önemli etkinlik artışları sağlanmadıkça ve bu artışlar bütçe tarafından elde edilmedikçe, özelleştirmenin, kısa vadeli gelir artışları bir tarafa bırakıldığında, orta vadede bütçeyi olumsuz yönde etkilediği ileri sürülmektedir. Uygulamada, bu, politikacıların veya özelleştirmeyi yürütenlerin özelleştirme uygulamasını pazar güçlerini daha fazla harekete geçiren ve rekabeti artıran bir bütünlük içinde yapmaları gerektiği anlamı taşımaktadır. Ayrıca, sadece özelleştirilen kuruluşlardaki değişiklikler üzerinde yoğunlaşmaktan ziyade kamu kesiminden teşebbüs sektörüne yönelen net nakit akımları üzerinde de yoğunlaşmak gerekir.
Doğal olarak, varlık satışları sözkonusu olduğunda, maliye politikasının uygunluğunu belirlemek için geleneksel açıktaki değişimlere dayanmak yanlışlığı ile karşı karşı kalınmaktadır. Bu hata, varlık satışlarının satış yılında geleneksel açığı azaltma eğiliminden kaynaklanmakta, diğer taraftan devletin sürekli geliri ya da serveti üzerindeki etkiler ihmal edilmektedir. Bu nedenle, varlık satışları, nakit kısıtlamalarını rahatlatsa ve vergi indirimleri ya da harcamalardaki artışlar için bir imkan sağlasa dahi, bu kısıtlamaların gelecekte daha da artması pahasına gerçekleşir.
Bu çalışma, varlık satışlarının IMF tarafından raporlaştırıldığı gibi kamu finansman istatistiklerindeki ele alınış tarzını gözden geçirmektedir. İşletmelerin satılması ve millileştirilmesinin (geri alınmasının) finansal durum üzerinde simetrik sonuçlar doğurmayacağı ileri sürülmektedir. Aslında kamulaştırma gelecekteki gelirleri önemli ölçüde artırmayacağı gibi, tersine varlık satışları gelecekteki gelirlerin azalmasına yol açabilecektir. Zarar eden işletmelerin satışında da bu durum geçerlidir, çünkü bu işletmeleri özel sektör tarafından satın alınması sübvansiyonları veya borçların üstlenilmesini gerektirecektir.

GFS’de Varlık Satışları ve Alışları

IMF taraından hazırlanan GFS El Kitabı, bir kamu işletmesinin kısmen ya da tamamen elden çıkarılmasından sağlanan gelirlerin borç geri ödemesi (loan repayment) olarak kaydedilmesinin önermektedir. Bu durum bir işletmenin kamulaştırılması için yapılan harcamaların borç verme olarak sınıflandırılmasının karşılığıdır. Bütçe üzerinde başka bir değişiklik yoksa, bir varlık satışı (alışı) toplam açığı, satış gelirleri (alım bedeli) kadar azaltacaktır (artıracaktır).

Gerekli düzenlemelerden sonra toplam açıktaki değişimlerin genellikle finansal durumdaki değişiklikleri gösterdiği kabul edilir, diğer taratan açıkların gerçek büyüklüğünün parasal ve mali sonuçları vardır. Genellikle toplam açığın en uygun ölçüsü analizin amacına bağlıdır. Ayrıca, geleneksel açık kamunun finansman ihtiyacını gösterdiğinden dolayı diğer ölçülerin politika değerlendirmesi için tercih edilebildiği zaman yararlıdır. Bu çalışma kapsamında, bu durum PSBR üzerinde yoğunlaşarak görülebilir. PSBR tartışmasız olarak varlık satışları ile azalır veya varlık alımları ile artar. Bununla birlikte varlık işlemleri çoğu harcama ve gelir işlemlerinden farklıdır. Çünkü bu tür işlemler, varlık işlemlerinden dolayı yükümlülüklerdeki değişikliklerin bir sonucu olarak, vazgeçilen gelir ya da ödeme yükümlülüğündeki azalışlar yoluyla gelecek dönemlerdeki açıklar üzerinde etkilidir. Varlık satışlarının toplam açık üzerindeki etkisi, çok küçük olmadığı sürece, mali durumdaki değişikliklerin tüm etkilerini yakalamakta yanıltıcı olabilir.

Cari dönem açığında gösterilmeyen gelecekteki farklı mali sonuçlar, mali durumu değerlendirmede varlık satışlarının ve alımlarının simetrik olarak ele alınmasını güçleştirir. Eğer bir varlık alımında yapılan harcamalar beklenen gelir akımlarının çok gerisinde ise bu tür bir harcamayı toplam açık içerisinde göstermek, toplam açıktaki değişimlere dayalı mali durum değerlendirmesi ile uyumludur, çünkü kamu kazançlarındaki varlığın potansiyel etkisi küçüktür. Varlık alımları gelecekteki gelirler üzerinde önemli etkiye sahip olduğu zaman, mali durumdaki değişiklikleri değerlendirmek için toplam açıktaki değişimler kullanılırsa geleneksel kayıt yöntemi yanıltıcı olacaktır. Uygulamada, tipik olarak, işletme alımları gelecekteki kamu gelirlerinde bir artışa yol açmazlar. Aslında bu tür harcamaların gelecekteki harcamaları daha da artırdığı görülmektedir. Böylece varlık alımlarının geleneksel kayıt şekli genelde mali durumun belirlenmesinde iyi bir yaklaşımdır.

Devletin işletme alımlarında gelecekteki nakit akımlarının bugünkü değerinden daha yüksek bir ödeme yapması ilk bakışta ters gelebilir. Esasında bu fazla ödeme kamunun genellikle kötü durumdaki işletmeleri aldığında ortaya çıkar.

Kağıt ve Varlık Satışlarının Denkliği

Varlık alımlarının maliyetinin tersine, varlık satışlarından elde edilen gelirler varlığın nakit akımlarının bugünkü değerine yakın olmalıdır, çünkü özel kesim yüksek fiyatlı bir varlığı almama seçimine sahiptir. Bu anlamda, varlık satışları, kağıt satışlarına benzer şekilde, net kamu yükümlülükleri üzerinde etkildir; bugün elde edilen nakdin karşılığı bugünkü varlık ve kağıt işleminden ortaya çıkan yükümlülükleri ayırdıktan sonra izin verdikten sonra gelecekteki harcamaları finanse etmek için daha düşük bir nakit akımıdır. Bundan başka herhangi bir parasal hedef veri iken, hem varlık satışları hem de kağıt satışları cari dönemde, gelecekteki gelir akımları karşılığında cari gelirleri artırmak suretiyle vergi indirmleri ve harcamalarda artış yapmaya imkan verir. Bu aynı zamanda, kağıt satışları zor olduğu yerlerde özelleştirmenin sınırlı parasal büyüme ve ödemeler dengesi ile uyumlu bir finansman aracı olarak kullanılmasını sağlar.

Genelde kamulaştırmanın toplam açığı artırması gibi varlık satışlarının toplam açığı azaltması geleneği bu uygulamanın altında yatan maliye politikasını ve beraberinde ödemeler dengesi etkisini değerlendirmede, varlık satışından doğan açık değişimlerinin yanıltıcı olduğuna işaret eder.

Bundan başka, özelleştirme lehine görüşlerin en güçlülerinden biri de mülkiyet değişiminin sonucu olarak finansal performansın önemli ölçüde artacağıdır.
Bir kamu teşebbüsünün özel kesime piyasa fiyatından satıldığını varsayalım. Bu fiyat teşebbüsün nakit akımlarının net bugünkü değeri olarak tanımlanır. Ayrıca, bu nakit akımının bütün yıllar için positif olduğunu varsayalım. Toplam açık satış döneminde daha az olacaktır. Fakat bunun karşılığında gelecekteki bütün açıklar kaybedilen gelirleri yansıtacağı için daha büyük olacaktır. İskonto oranı mali fırsat maliyetini doğru bir biçimde yansıtırsa, beklenen büyük açıklar devletin satış gelirlerini başka finansal varlıkların alımında kullanması veya eşit miktarda borcu tasfiye etmesi ile dengelenecektir. Bu durumda kamu ve özel sektör, basitçe, finansal varlıkları ve yükümlülükleri değiştirmiş olmaktadır. Bu da reel kaynaklara olan talebi satış döneminde veya gelecekte etkilemeyecektir. Bu nedenle mali durum hiç etkilenmemiştir.

Eğer devlet bütün satış gelirlerini harcamalardaki geçici bir artışı ya da vergi indirimini finanse etmek için kullanmışsa, cari yıl açığı etkilenmeycek, fakat gelecek yıllardaki açıklar büyüyecektir. Hangi vergi indirimi veya harcama artışı kompozisyonu seçilirse seçilsin gelecekte buna karşı gelen bir daralma sözkonusu olacaktır. Eğer harcama artışının veya vergi inidiriminin sürekli fakat satıştan elde edilen gelirle sınırlı olması istenilirse hem harcamalarda bir artış veya vergi indirimi, hem de açıklarda bir azalma olacak ve bu değişikliklerin etkileri yukarıda açıklanan sonuçların arasında olacaktır. Gelecek yıllarda da aynısı geçerlidir. Açık olarak satış gelirleri ne şekilde kullanılırsa kullanılsın cari toplam açıkta ortaya çıkan değişim satışın orta vadedeki makroekonomik etkilerini yansıtmayacaktır.

Bu değerlendirme hem karlı hem de zararlı kuruluşlar için geçerlidir. Eğer bir işletme geçici bir sübvansiyona ihtiyaç duyar, fakat positif net bugünkü değere sahip olursa tek fark gelecekteki bazı yıllarda açığın daha küçük olmasıdır. Bununla birlikte daha ilginç bir durum, -ki bu durumda özelleştirme çoğunlukla tavsiye edilir- bir işletmenin sadece zarar etmesi değil aynı zamanda negatif net bugünkü değere sahip olması durumudur. Bu tür durumlarda tartışmanın ilk bölümü aynen kalır; harcamalarda artış yapma ya da vergi indirimi imkanı yoktur. Eğer işletme iyi bir fiyattan satılırsa bu fiyat negatif bir fiyat olacak ve alıcıya negatif bugünkü değer miktarında toplu bir ödeme yapılacaktır.

Sübvansiyonların zamanlaması gelecekteki açıkların zaman profilini belirleyecektir, ancak işlem aşırı şekilde suni olmadıkça-positif satış fiyatı ve daha fazla sübvansiyon- en muhtemel sonuç başlangıçta daha yüksek bir açık, takibeden yıllarda ise özelleştirme öncesine göre daha düşük açıklardır. Devletin daha yüksek başlangıç açığını finanse etmesi gerekecek ve ilave borç servisi ihtiyacı gelecekteki açıkların daha da büyümesine neden olacaktır. Tekrar etmek gerekirse, kamu ve özel sektör basitçe finansal varlıkları ve yükümlülükleri takas etmişlerdir ve mali durum etkilenmemiştir. Özelleştirmenin teşebbüslerin büyük oranda sübvanse edildiği durumlarda performansdaki değişikliklerden bağımsız olarak, -tasfiyenin tersine- bütçeye sürekli finansal temettü sağlayacağı görüşü yanıltıcıdır. Bu temettüler ancak işletmenin özel kesim tarafından daha etkin çalıştırıldığında ortaya çıkar.

Genel açıktaki değişimin mali duruma ilişkin bir gösterge olarak alınması durumunda bunun varlık satışlarında niçin böyle olmadığı sorunu ortaya çıkar . Hills (1984)’e göre sadece nakit akımları üzerinde yoğunlaşmak suretiyle, standart bütçe hesapları kamu sektörünün gelecekteki gelir ve yükümlülüklerinde neler olduğunu yansıtmaz. Örneğin devlet bütçesi dikkate alındığında bir varlık satışının varlık bileşiminde değişikliğe yol açacağı fakat tasarrufları etkilemeyeceği, böylece açıkta ortaya çıkan değişikliğe karşın işlemin zaman içinde hiç bir mali etkiye neden olmayacağı açıktır. Benzer şekilde, satış gelirleri cari harcamaları finanse etmek ya da vergi indirimi için kullanıldığında açıkta bir değişim olmaz, tasarruflardaki azalış işlemin başlangıçtaki genişletici etkisini ve ilerideki daraltıcı etkisini gösterir.

Yukarıdaki açıklama, hesaplamanın varlık satışlarının mali etkisini tayin etmede kamunun tasarruf edip etmediğinin dikate alınmasını gerektirir. Bu genel açığa cari uygulamadan daha az önem vermek anlamını taşımaz, daha ziyade belli durumlarda bütçedeki değişikliklerin mali etkilerini belirlemek için ilave bilgi gereklidir. Varlık satışlarında bu ilave bilgiler devlet bilançosundaki değişikliklerin altında yatan ilave bilgilerdir ya da devletin tasarruf edip etmediğne ilişkin bilgilerdir.

Nitelikler

Kamu ve Özel Sektördeki Vergi Rejimi Farklılıkları

Özelleştirme sonrasında değiştirilmemek kaydıyla vergi rejimi yukarıdaki tartışmaları etkilemez. Varlığın piyasa fiyatı iskonto edilmiş vergi sonrası beklenen kar akımını yansıtacaktır. Performans mülkiyet değişimi ile değişmediği ölçüde, devletin vergi gelirleri etkilenmeyecektir; kamu teşebbüsleri vergi yükümlülüklerini yerine getirmediği ya da özel bir takım istisnalardan yararlanmadığı oranda vergi gelirlerinin ancak artan vergi yükümlülüklerini yansıtan daha düşük bir fiyat pahasına artması beklenir. Rasyonel bireyler her işlemin marjinal fayda ve maliyetini eşitleyeceği için gelir akımlarını etkilemeyen mülkiyet değişimi daha fazla gelir sağlayamaz. Bununla birlikte gelirin vergi, temettü ve diğer transferler arasındaki dağılımı mülkiyet değişiminden sonra değişebilir.
Değişmeyen vergi rejimi özel ve kamu sektörlerinin nisbi refahını etkilemese de vergi rejimi likidite sınırlarını değiştirerek harcama etkisine sahip olabilir. Böylece eğer özelleştirmeden sonra bir firma kamu sektörünün elindeyken ödediği vergilerden ve dağıtılmayan karlardan daha fazla vergi ödemeye başlarsa bu kamunun likidite sınırını genişletecektir.

Belirsizliğin ve Aksak Sermaye Piyasalarının Etkileri

Tam görüşün yokluğunda, riskli varlıklar için ödeme arzusu beklenen nakit akımlarının kesin denkliğine dayalı olacaktır ve karar vericinin riskden kaçınma derecesini yansıtacaktır. Devlet riski özel ajanlardan daha iyi yayacağından dolayı, genellikle devletin daha risk-duyarsız olduğu varsayılır. Bu tür durumlarda, kamunun varlıkları, kazanç akımının beklenen değerine uygun bir iskonto oranından satması beklenir. Eğer diğer belirsizlikler dikkate alınırsa, iskonto daha büyük de olabilir. Örneğin, fiyat, pazar ve karlara ilişkin düzenlemelerdeki değişikliklere, ilaveten, aksak piyasalardan dolayı, genellikle kamunun özel sektörden daha az iskonto oranı uygulayacağı varsayılır. Bu, örneğin, devlet daha cazip dış borç kullanma koşulları elde ettiğinde ortaya çıkar. Böylece, aynı risk duyarsızlığı derecesinde dahi, özel sektör kamuya tam ödeme yapmaya istekli olmayacaktır.

Yukarıdaki tartışma, devlet varlıklarını piyasa fiyatından satma imkanına sahip olsa dahi, fiyatın devlet tarafından algılanan nakit akımlarının beklenen bugünkü değerinden daha az olması gerektiğini ifade eder. Bu yüzden, varlık satışından elde edilen bütün gelirler finansal varlıklara yatırılsa dahi beklenen nakit akımlarının, varlık satışı yapılmazdan öncekine göre, daha az olacağı gerçeğinin hesaba katılması için önceki tartışmaların değiştirilmesinin gerektiğine hükmedilebilir. Diğer bir ifadeyle, devlet servetinin bir bölümünü yüksek risk duyarsızlığını ve iskonto oranını dengelemek (karşılamak) için özel sektöre transfer etmelidir.

Uygulamada, bu problem, varlık satışlarının piyasadaki uyumsuzlukları yansıtan daha yüksek iskontolarla gerçekleşmesinden dolayı, indirgenmiştir. Devlet varlığı satışa çıkardığında özel sektörün vereceği fiyatı bilmez. Bu nedenle bazı varlıkları yüksek fiyatlandırma, bazılarını düşük fiyatlandırma eğilimi ortaya çıkar; yüksek fiyatlandırma durumunda satış gerçekleşmez. Düşük fiyatlandırmada ise devlet potansiyel olarak büyük finansal zararla karışlaşır.

Hisse senedi piyasalarının fiyat yansıtmada yetersiz kaldığı gelişmekte olan ülkelerde düşük fiyatlandırmaya ilişkin kanıt elde etmek çok zordur. Bununla birlikte girişimcilerin sayısı az olduğunda devletin optimal davranmasının zor olduğu rahatlıkla varsayılabilir. Devletle pazarlık yapan bir kaç özel girişimcinin daha yüksek getiri sağlaması mümkündür.

Performansdaki Gelişmeler

İlk bakışta, varlık satışlarının GFS’de ele alınış tarzına ilişkin sunulan hükümler, -yukarıdaki tartışmayla geliştirilse de- bütçede sıkıntı olduğu zamanda özelleştirme politikası hakkında şüpheler uyandırmaktadır. Bununla birlikte, özelleştirmenin bir sonucu olarak beklenen nakit akımlarındaki değişiklikleri hesaba katmak gerekir. Aslında, özelleştirme büyük oranda etkinlik artışına yol açacağı için savunulmaktadır. Hemming and Mansoor (1988) önemli etkinlik kazançlarının mülkiyet değişiminden ziyade rekabet artırıcı önlemlerin sonucu olarak ortaya çıktığını, mülkiyet değişimin bu tür kazançları sağlamak için ne gerekli ne de yeterli bir koşul olmadığını ileri sürmektedir.

Özellikle, büyük KİT açıkları olan gelişmekte olan ülkelerde, mülkiyette bir değişim olduğu çoğu zamanda uygun reformların ve rekabetin de birlikte getirilmesi gerekir. Bu karlı teşebbüsleri olan gelişmiş ülkeler için de doğrudur.

Devletin finansal sınırlamalarla karşı karşıya kaldığı ve teşebbüslerin yatırım ihtiyacı olduğu yerlerde, özelleştirme beklenen kazançlarda artışa yol açabilir. Özelleştirme bir çok ülkede teşebbüsleri rehabilite etme ya da tesislerin modernizasyonunu kolaylaştırma aracı olarak uygulanmaktadır. Benzer düşünceler, özel teşebbüsün, kamunun gerçekleştiremeyeceği yeni yöntemler ve fırsatlar sunduğunda da geçerlidir.

Ayrıca, yetersiz konuşlandırmadan ve pazarın darlığından dolayı çok yüksek sabit maliyetleri olan teşebbüsler de vardır. Özel firmalar, özellikle geniş pazar hacmi olanlar, işletmeyi kendi üretim hattıyla bütünleştirmek suretiyle birim maliyeti düşürme imkanına sahip olabilirler. Benzer şekilde idari yeteneklerin ve diğer girdilerin kamu sektöründe yetersiz olduğu durumlarda, mülkiyeti değiştirmeksizin etkinliği artırmak mümkün olmayabilir.

Böylece, özelleştirme kendi başına kamudan özel sektöre bir servet transferi gerektirmekte iken, uygulamada bu tür transferler, kamuda gerçekleştirilmesi mümkün olmayan kazançlarla dengelenebilir. Potansiyel olumsuz mali etkiyi dengelemek için, özelleştirme bu tür kazançların elde edilmesinin mümkün olduğu ortamlarda yapılmalıdır. Bu anlamda, devletin satış fiyatının peşinatı ya da gelecekte vergi artışı ile büyük bir gelir akımı faydasını elde etmesi uygun değildir. Performans artışına yol açan eylemlerin mülkiyet değişimi yoluyla elde edilmesi önemlidir, ancak rekabetten koruma bunu zorlaştırabilir. Satış gelir akımlarının değerini artıracak şekilde rekabete ilişkin sınırlamaları içerirse, özelleştirme kamuya bir servet transferi ile ilişkilendirilebilir. Kay ve Thompson (1986)’a göre, kamu satışlarından elde edilen geliri maksimize etmeye çalışan bir devletin liberalizasyon önlemlerini desteklemesi beklenemez.
Bundan başka, rekabetin sınırlandırılmasından ortaya çıkan kazançların mülkiyet ile açık bir ilişkisi yoktur ve özelleştirme olmaksızın gerçekleştirilebilir. Devlet mülkiyet haklarını değiştirme ve piyasaların serbest işleyişini sınırlama gücüne sahiptir, bu gücün kullanımı servetin yeniden dağılımını içerir. Finansal kısıtlamalarla karşılaşan devlet, bu gücü, gelir artırmak için kullanma eğilimine girebilir ve özelleştirme bu gücü harekete geçiren politik olarak kabul edilebilir bir yöntemdir.

Sonuç olarak, devletin orta dönem bütçe durumu bir bütün olarak ekonominin durumuna bağlıdır. Belirli bir firma özelleştirme sonrasında performansını artırsa ve devlet bu kazançları hepsini toplasa dahi eğer firmanın gelişimi ekonominin diğer kısmının zararına olursa bu hala bütçenin kötüleşmesi anlamı taşır. Örneğin ithalatın sınırlandırılması gibi piyasa gücünün genişlemesinin üretim etkinliğindeki gelişimle birlikte, bir firmanın finansal performansını önemli ölçüde artırması gerekir. Fakat piyasa gücünün genişlemesi, ekonomide başka yerlerde tahsis etkinliğinde dengeleyici daha büyük zararlar içerirse, bir bütün olarak ekonominin büyüme yolu daralır. Tersine, bu devletin gelecekte vergileri artırma yeteneği azaltacak ve böylece bütün perspektifini kötüleştirecektir. Böylece, özelleştirmenin etkisini incelerken, özelleştirilen firmanın performansında ölçülen iyileşmelerin ötesine gitmek, bir bütün olarak ekonominin üretim sınırları üzerindeki etkisini düşünmek çok önemlidir.

İkinci Sıra Etkiler

Varlık satışlarının ikinci sıra etkileri olduğu sürece yukarıdaki görüşleri değiştirmek de gereklidir. Hisse senedi arzı kamu teşebbüslerinin hisseleri satışa çıkartıldıkça artacaktır. Özel sektörün teşebbüslerin çıktıları üzerindeki gelecekteki haklara talebi etkilenmezse (tasarruf oranı sabit kalırsa), devlet tarafından sunulan hisselerin satışı özel teşebbüslerce planlanan reel yatırımlar pahasına gerçekleşecektir. Kamu teşebbüsleri piyasa fiyatlarından satışa sunulduğu sürece, özelleştirilen teşebbüslerin riskine göre iskonto edilen beklenen getiri vazgeçilen yatırımların beklenen getirisine eşit olacaktır. Bu yüzden özel teşebbüs sektörünün çıktısındaki büyümenin ve buna bağlı olarak vergi yükümlülüklerinin etkilenmesi beklenir. Eğer devlet satış gelirlerini daha yüksek yatırımı harekete geçirmek için kullanmazsa, varlık satışlarının sermaye stoku büyüme hızında bir düşüşle ve buna bağlı olarak orta vadede kamu gelirlerinde bir azalma ile birlikte gerçekleşmesi mümkündür. Kısa dönemde, özel yatırımlardaki azalma kamu harcamalarındaki artış ya da vergi indirimleri (ki bu özel harcamaları artırır) dengelenmedikçe toplam talepte bir azalma olabilir.
Eğer varlık satışları piyasa fiyatının altında gerçekleşirse, mevcut teşebbüslerin satın alınmasının planlanan reel yatırımlarla yer değiştirmesi özel teşebbüslerde sermayenin marjinal verimliliğinde bir azalmayı beraberinde getirir. Bu özel sektör yüksek sübvansiyonlarla planlanan yeni yatırımlarından düşük getirili varlıkları almak adına vazgeçmeye ikna edildiğinde ortaya çıkar. Bu durumlarda, devlet satış, gelirlerini planlanan özel yatırımların engellenmesiyle ortaya çıkan zararları dengelemek için kullanmadıkça, bu işlemin kamu maliyesi üzerindeki orta dönem etkisinin negatif olması beklenebilir.

Uygulamada, özelleştirme programı arz yönlü istikrar programı kapsamında uygulanırsa ilave özel sektör kaynaklarının harekete geçirilmesi mümkündür. Bu tam uygun durumların gerçekleşmesi ölçüsünde yukarıda izah edilen engelleme etkisini dengeleyecektir. Ayrıca, bir çok gelişmekte olan ülkede kamu yatırımların yukarıdaki argumanın tersine savunulduğunu hatırlamak gerekir, yani kamu yatırımları özel yatırımları daraltmaktadır.

Bununla ilgili bir diğer konu da, kamu işletmelerinin satışlarının mevcut özel sektör hisse senedi fiyatları üzerindeki etkisidir. Normal olarak, talep değişmeden arzın artmasıyla böyle hisselerin fiyatlarının düşmesi beklenir. Bu ilave hisse alımlarını yeni yatırım yapmaktan daha cazip hale getirecek ve mevcut hissedarların sermaye kaybına yol açacaktır. Genel etkiyi değerlendirme her duruma göre ayrı analizi gerektirir. Bununla birlikte bu tür düşünceler büyük ölçekli kamudan özel varlık transferlerinin yapılabilirliğini etkiler.
Yukarıdaki tartışma, özelleştirmenin kamu açısından düşük getirili varlıkların üzerinde yoğunlaşması gerektiğini ifade eder. Ayrıca, devlet özelleştirme gelirleri ile finanse edilen vergileme ve harcama politikasındaki değişiklikler yoluyla altyapı ve beşeri sermaye yatırımlarını artırmak suretiyle özel yatırımların tıkanmasının sonuçlarını dengelemeye hazır olmalıdır. Bu daha ileri giderek, etkin özelleştirmenin ekonominin üretken potansiyelini artıran bir mali politika ile ilişkilendirilmesi gerektiğine dair görüşü güçlendirir; bir ölçüde, özelleştirme gelirleri kamu ya da özel tüketimi artırmak için değil üretken yatırımları finanse etmek için kullanılmalıdır.

Kısa dönem ikinci sıra etkilerinin yanında özelleştirme, özel sektörün özelleştirilen teşebbüslerin yatırım planlarını değiştirmek veya bazı tesisleri kapatmak ya da ayırmak suretiyle sermaye yapılarını değiştirmeleri sonucu olarak ekonomi üzerinde de etkilidir. Aslında, bunun özelleştirmenin bir amacı olduğu ileri sürülebilir. Uygulamada, bu tür bir gelişme rekabetçi baskıların önemli bir rol oynamasın izin vermemesi ve mevcut politikaları devam ettirmeden tekel rantının doğması ölçüsünde engellenebilir. Bu, artan rekabetle birlikte özelleştirmenin olmaması durumunda kısmen doğrudur. Genel nokta şudur, tipik olarak mülkiyetteki değişiklikler farklı öncelikler setine ve pazar stratejilerine yol açacaktır, sermaye piyasalarındaki değişikliklerle birlikte.
Bu bölümde, özelleştirmenin bazı etkilerinin ve belirli durumlara göre daha detaylı incelenmesi gereken konuların belirlenmesine çalışıldı. Bu etkiler doğasında “ikinci sıra” olmasına rağmen, sonuçta, nitelik itibariyle birinci sıra etkilerden daha önemli olabilir. Ekonominin karşı karşıya kaldığı sınırlamaları ekonominin kaynak zenginliğini daha da önemlisi ekonomik bireylerin seçimlerini tanımlayan davranışsal ilişkileri belirlemeden bu etkileri izlemek mümkün değildir.

Yeniden Millileştirme

Özelleştirme deneyimi çok yeni ve ampirik olarak ekonomik ve finansal sonuçlarını değerlendirmek için çok sınırlıdır. Byatt (1985), özelleştirmenin başarılı olup olmadığının anlaşıması için en azından bir işletme devri (business aycle) nin gerekli, olduğunu iddia eder. 1983, Şili hükümeti önceden özelleştirilen Cruzal-Larrain ve Jawier Vial Groups holdinglerini geri almak zorunluluğunu hissetti. İki yıl içinde, devlet bunları yeniden özelleştirmeye başladığında, özelleştirmeden millileştirmeye sonra yeniden özelleştirmeye bütün bu sürecin finansal maliyeti açık değildi.
Bir diğer tehlike ise şudur; devlet tutumunu değiştirmez ve firmaların yaşamını belirleme gücünü piyasaya bırakmazsa işletme devrinin yükselme sürecinde karları, özelleştirmekte, kriz zamanlarında ise yeniden yapılandırma maliyetlerini ve zararları sosyalleştirmektedir. Özelleştirmenin bütçe üzerindeki etkisini değerlendirmekte, her zaman risk vardır, bilhassa stratejik işletmelerde, daha öncede tartışıldığı gibi devlet özelleştirme masrafları yanında, kurtarma maliyeti ile karşı karşıya kalabilir. Bu sürekli bütçesel iyileşmenin performansındaki iyileştirmelerin gerçekleşmesini gerektirdiği içindir. Tersine, kamu teşebbüslerine finansal problemlerine basitçe mülkiyetin özel sektöre devri şekliyle yaklaşmaya imkan verilmemelidir.

Ödemeler Dengesi Üzerindeki Etkiler

Belirli bir davranışsal model olmasızın varlık satışlarının ödemeler dengesi üzerindeki etkilerini bütünüyle izlemek çok zordur. Gerekliliği oranında burada genel ve bazı deneyimler ışığında yorumlar yapılacaktır. Bundan başka, bu etkileri incelemek, hem bütünleyicilik açısından hem de bütçe üzerindeki etkilerin dış açığa yansıması açısından faydalıdır.
Daha önce de ileri sürüldüğü gibi basit mülkiyet değişiminin reel akımları değiştirmesi beklenemez ve varlık satışları kendi başına cari dengeyi etkilemez. Eğer satışlar başka şekilde ülkeye yatırım yapmayacak yabancılara yapılırsa, satış gelirlerine denk bir sermaye girişi olacaktır. Dolayısıyla bu giriş kamu sektörünün net dış varlıklarında bir artış ya da borç-varlık takası durumunda net dış yükümlülüklerde bir azalış olarak yansıyacaktır.

Finansal programlamada, cari denge açığı genellikle kamu açığı ve özel sektör tasarruf-yatırım dengesi ile ilişkilidir. Varlık satışlarında bu ilişki genel açıktaki değişikliklerin mali durumdaki değişimi yansıtmakta yetersiz kalmasına neden olan şeylere benzer şekilde bozulur. Farklı amaçlar için farklı hesap sistemleri kullanılır ve karışıklık sabit bir probleme belirli bir yaklaşımın uygunluğuna ilişkin olarak ortaya çıkar. Örneğin, ödemeler dengesi finansal akımlara karşı fizikisel akımlarla, milli hesaplar tasarruf-yatırım akımlarıyla ve GFS El Kitabı likidite ihtiyacı ile ilgilidir. Daha açık olarak, genel denklem reel kaynakların akımıyla ilgilidir, varlık satışları ise bilanço işlemleri ile ilgilidir. Aslında Heller, Haas, and Mansur (1986) da ifade edildiği gibi “kamu varlığının satışı Milli hesaplarda bir gelir olarak ele alınmaz, çünkü doğrudan ekonomik faaliyetle ilgili değildir. Devlet basitçe varlıklarının likidite kompozisyonunu değiştirmektedir”. Bu yeterince açık olmasına rağmen, istikrar programının hazırlanmasında, varlık satışlarından dolayı ortaya çıkan genel açıktaki iyileşmelerin bir finansman açığını doldursa dahi bir istikrar göstergesi olarak algılanmasından dolayı tekrar etmeye değer.

Varlık satışları başlangıçta ödemeler dengesi hesabında bir etkiye sahip olmasa da, uzun dönemde ikinci sıra önemli etkileri beklenebilir. Bir ekonomik model olmaksızın bu etkileri izlemek mümkün değildir, bununla birlikte genel bazı gözlemler yapmak mümkündür. Sıklıkla, kamu teşebbüsleri aşırı istihdam yükü ile çalışmakta ve genellikle alt optimal üretim teknikleri kullanmaktadır. Böyle bir durumda ve özellikle pazar güçlerini harekete geçirmenin büyük etkinlik sağlayacağı durumlarda ekonominin üretim potansiyelinin özelleştirmeden sonra artması beklenebilir. Özelleştirilen teşebbüslerin toplam üretim içindeki payının küçük olduğu ölçüde, böyle kazançların bir bütün olarak ekonomide küçük bir etkiye sahip olması beklenir. Teşebbüslerin önemli olduğu durumlarda veya kalan teşebbüslerde önemli iyileşmeler gerçekleştirildiğinde, ülkenin sürekli gelirinin hatırı sayılır ölçüde artırılması anlamında önemli kazançlar sağlanabilir. Eğer genellikle inanıldığı gibi, marjinal tüketim eğilimi 1’den küçükse, net ihracat, cari dengenin iyileşmesine katkıda bulunacak şekilde artabilir. Kısa dönemde, etkinliklerdeki gerçek iyileşmeler sürekli gelir beklentilerin gerisinde olursa, cari denge bozulabilir.

Sonuç

Bu çalışma, özelleştirmenin bütçe üzerinde olumsuz etkilere sahip olduğu ve bu yüzden yapılmaması gerektiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Daha ziyade varlık satışlarının otomatik olarak bütçeyi iyileştireceği şeklindeki konvansiyonel görüşün daha dikkatli incelenmesi gerektiği ifade edilmektedir. Özelleştirme, ekonomide etkinlik artışına yol açtığında en büyük bütçesel etkiyi sağlayacaktır. Genellikle bu kazançlar özelleştirilen teşebbüslerdeki gelişmelerden ortaya çıkar, fakat kamu harcamalarındaki yüksek getirilerle de birlikte düşünülmelidir. Bu anlamda, bütçe durumundaki önemli iyileşmeler, ekonomide pazar güçlerine hakim kılmadaki artış ve deregülasyonla birlikte belli başlı kamu tekellerinin özelleştirilmesinden ve bu tekellerin rekabete açılmasından ortaya çıkar. Tekel gücünü olduğu gibi bırakarak bir kamu tekelinin özel sektöre devri, kamu sektöründeki servet kayıpları ve yetersiz etkinlik telafi imkanları veri iken bütçe durumunu daha da kötüleştirebilir.

]]>
http://mkconsulting.com.tr/ozellestirmenin-butce-uzerindeki-etkisi/feed/ 0
Özelleştirmenin Makroekonomik Etkisi http://mkconsulting.com.tr/ozellestirmenin-makroekonomik-etkisi/ http://mkconsulting.com.tr/ozellestirmenin-makroekonomik-etkisi/#respond Mon, 15 Mar 1999 17:06:42 +0000 http://mkconsulting.com.tr/?p=1023 I. Giriş

Özelleştirmenin bütçe deliğini kapatmak için yapılmaması gerekir. Özelleştirmenin amacı, ekonomide varlıkların, etkinsiz kullanıldığı varsayılan kamu sektöründen onların daha etkin kullanılmasının beklendiği özel sektöre, yayılmasının sağlanmasıdır. Sonuç olarak özelleştirme toplam üretim düzeyinde sürekli bir artışa ya da büyüme oranının artışına yol açmalı ve refah artırıcı olmalıdır.

Özelleştirmenin nihai hedefi ne olursa olsun, büyük özelleştirme programları, onları uygulayan ülkelere önemli gelirler sağlamıştır. Bu nedenle, ülkenin sermaye stokunun verimliliğindeki ve ekonominin üretim düzeyi ya da uzun dönem büyüme oranı üzerindeki etkileri bir yana, özelleştirme programları kısa dönemde önemli makroekonomik ve finansal sonuçlara neden olabilir.
Bu çalışmanın amacı bu sonuçları derinlemesine araştırmaktır. Temel sorun özelleştirme gelirlerinin en iyi şekilde bir gelir türü mü yani maliye politikasının durumunu geliştiren ve böylece istikrar çabalarına katkıda bulunan açık belirleyici bir kalem olarak mı yoksa bono ihracı gibi bir finansman şekli mi olduğudur. Bu sorunun cevabı açıktır; çünkü özelleştirme, basitçe devletin net varlığını değerini etkilemeyen ya da özel sektörün net değerini azaltmayan bir varlık değişimidir ve bu yüzden finansman işlemi olarak görülmelidir.
Uygulama amacı açısından bu çalışma bir anlamda bu sonuca ulaşmaktadır. bununla birlikte, çalışmada özelleştirmenin kısa dönem makroekonomik etkisinin, içinde yer aldığı ortam tarafından etkilendiği gösterilecektir. Özelleştirmenin etkisi, kısmen özelleştirilen işletmenin kamu ve özel sektördeki nisbi getiri oranlarına bağlıdır. Hatta, bazı durumlarda, diğer şeyler değişmeksizin, özelleştirme iç talebi azaltabilir.

II. Öncelikler

Özelleştirmenin makroekonomik etkileri bir kaç faktöre bağlı olarak gösterilebilir. Bir ölçüde, bu etkiler, özelleştirilen kuruluşların kamu sektöründe iken sağladıkları gelir akımlarının net değeri ile özel sektör yatırımcılarının sahip olacakları hisselerin değeri arasındaki farka bağlıdır. Çalışmada bu fark kamu-özel sektör değerleme farkı (ya da kısaca değerleme farkı) olarak tanımlanmaktadır. Aşağıdaki analiz buna göre iki durumu belirlemektedir. Birinci durumda, (negatif değerleme farkı durumu) bir teşebbüs kamu sektöründe çalışan bir varlık olarak özel sektörün elinde bulunmasına nazaran daha az değerlidir (ya da öyle olduğu varsayılır). İkinci durumda, (pozitif değerleme farkı durumu) teşebbüs kamu sektöründe özel sektördekine nazaran daha fazla değerlidir. Farksızlık sonucuna yol açmasından dolayı kamu ve özel sektör değerleri arasında tam eşitlik durumu bir ölçüde ilginçtir.

Özelleştirmenin etkisi, ayrıca, devletin özelleştirme gelirleri ile ne yaptığına ve özelleştirmenin sıklığına da bağlıdır. Başlangıçta özelleştirmenin hisse senedi arzı ile finanse edildiğini varsayarsak tartışma basitleşecektir; kupon arzı ile finansman yöntemi ayrıca tartışılacaktır. Ayrıca hisse senetlerinin kamu borçlarının tam ikamesi olduğu varsayılmıştır. Özelleştirme gelirleri ilave kamu harcamalarını finanse etmek için kullanılmaz, ancak başlangıçta devletin merkez bankasına borcunu azaltmak için kullanılır. Özelleştirmenin makroekonomik etkilerinin analizi büyük oranda, aşağıda açıklanan nedenlerden ötürü ekonominin açıklığı ile ilgili varsayıma bağlı değildir.

Değerleme farkı ne olursa olsun, özelleştirme işleminin kamu hesapları üzerindeki ilk etkisi, devletin merkez bankasına olan net borçluluğunun azalmasıdır, çünkü gelirler basitçe Hazinenin Merkez Bankasındaki hesabına yatırılır ve likit olmayan reel varlık stokunun azalır. Özelleştirme işleminin özel sektör üzerindeki ilk etkisi ise para ve paraya yakın varlıkların azalması ve uzun dönemli finansal varlık stokunun artmasıdır.

Basit portföy teorisi, özel sektörün, çok düşük bile olsa finansal varlıkların getiri oranı artmadıkça hisse senedi almayacağını ifade eder, çünkü özel sektörün toplam servetinde finansal varlıkların payı artırmaktadır. Kapalı bir ekonomide, özellikle özel sektörün likidite daralmasından dolayı, faiz oranları artabilir. Özel sektörün elinde tuttuğu finansal varlıkların piyasa değerini azaltan faiz oranlarındaki artış özel sektörün servetini azaltacaktır. Bununla birlikte bu etki, kamunun özelleştirme gelirleri ile özel sektör tarafından tutulan kamu kağıtlarını geri alması ya da Merkez Bankasının açık piyasa işlemleri yapması (aşağı yukarı aynı şey) ile kapatılabilir. Geri alım işlemi özel sektörün elindeki bono stokunu azaltır ve aynı miktarda para arzını artırır ve böylece eski duruma dönülür. Para arzı ve hisse senedi ve bono miktarı özelleştirme öncesi ile aynı olacaktır. Sonuç olarak, özelleştirmenin özel sektörün refahını (servetini) azaltması gerekmez.
Açık bir ekonomide, faiz oranları, para arzını orijinal düzeyine getirmek için hiç bir açık piyasa işlemi yapılmasa dahi yükseltmeyebilir, çünkü kur rejiminde bir değişiklik yok iken, faiz oranları uluslararası faiz oranları tarafından belirlenir. Aşırı para talebi yabancı sermaye akımı ile karşılanır ve yurtiçi faiz oranları orijinal seviyesinde kalır. Bu durumda, özelleştirilen varlığın hisselerinin vatandaşlara veya yabancılara satışından bağımsız olarak dış rezervler artar. Eğer açık piyasa işlemleri yapılırsa net yabancı varlıklarda hiç bir artış olmayacaktır.

III. İKİ DURUMUN ANALİZİ

A. Değerleme Farkının Sonuçları
Değerleme farkının etkilerine dönerek, özelleştirilen tesisin değerinin kamuda iken özel sektördekine nazaran daha az olma durumunu yani Durum I’i ele alalım. Basit olması açısından, varlığın kamu sektöründe iken değersiz olduğunu varsayalım. Böyle bir durumda devlet değersiz bir varlıktan vazgeçerek karşılığında likit varlıklar elde eder. Bu varlıkların devlet borcunu geri ödemekte ya da gelir kazanabileceği yeni yatırımlarda kullanacağından dolayı, işlem (vergi artışının yaptığı gibi) devletin dönemlerarası bütçe sınırlamalarını genişletir.
İkinci durumda, tersine, devlet varlığı karşılığında değerinden az gelir elde eder. Tam eşitliğin sınırlayıcı durumunda, varlığın kamu sektöründeki getiri oranı özel sektördekine eşittir. Sonuç olarak, devletin dönemlerarası bütçe sınırlamaları işlemden dolayı etkilenmez. Devlet nakit karşılığında, varlığın değerine eşit miktarda, varlık tarafından yaratılan nakit akımlarından vazgeçer.
Bununla birlikte, devletten daha fazla risk-duyarlı olan özel sektörün varlıkları devletinkinden daha yüksek bir oranda iskonto etmesi ve böylece ödemeye arzulu olduğu fiyatın standart iskonto oranı kullanılarak belirlenen değerden az olması mümkündür. Elbette devlet, bu işlemde ısrarlı olursa kendi subjektif iskonto oranı piyasanındakinden yüksek olur. Bu tür hareket resmi kısa görüşlülüğü yansıtır ve ayrıca hisse fiyatlarının belirlemek için kullanılan sistemdeki problemleri yansıtır. Bu durumda özelleştirme aslında devletin dönemlerarası bütçe sınırlamalarının daraltılması ile sonuçlanacaktır, çünkü devletin vazgeçtiği gelir akımları kendisine göre özelleştirme gelirlerinden daha fazladır.

B. Ekonomideki Kısa Dönem Etkiler

Durum I. yukarıda ifade edilen varsayımlar altında, bu durumda özel sektörün serveti azalmaz ve özel sektör tüketiminin düştüğüne inanmak için bir neden yoktur, hatta artabilir. Özel sektörün özelleştirilen kuruluşları almaya istekli olduğu gerçeği bu varlıkların özel sektörde kullanımının pozitif getiri sağlayacağı sonucuna yol açarsa, ekonominin mevcut kaynakları daha etkin kullanılıyor ve üretim kapasitesi artıyor demektir. Elbette ilave üretimin ortaya çıkması zaman gerektirecektir.

Tüketimin düşmesi gerekmese de, özelleştirme işlemi, özelleştirme yapılmadığı takdirde yapılacak olan özel sektör yatırımının yerine geçtiğinden özel sektör yatırımı etkilenebilir. Örnek olarak kötü çalışan bir ulusal havayolu şirketinin bir özel sektör konsorsiyumuna satıldığını düşünelim. Havayolu şirketinin ve varlıklarının alınması yeni özel sektör yatırımını ikame edecektir. Bu durumda özelleştirme, gelirler kamu tarafından harcanmadıkça, toplam talebi daraltacaktır. Toplam talep üzerindeki etkinin yönü vergi artışının etkisinin yönü ile aynıdır. Yatırım daraltılmasa dahi, özelleştirme bu durumda potansiyel üretimde bir artışa yol açacaktır. (bu artışın zamanlamasını ve boyutlarını tahmin etmenin çok zor olmasına rağmen).
Durumu II. Durum I’deki gibi, özel sektörün serveti durum II’de azalmaz. Sonuçta, özel sektör tüketiminin düşmesini varsaymak için bir neden yoktur. Aslında özel sektörün, özelleştirilen firma için değerinden az ödediği ölçüde bir servet etkisinden yararlanması mümkündür. Sınırlayıcı durumda bir servet etkisi olması gerekmez.

Özel sektör yatırımlarına ne olur? Havayolu şirketinin bu kez etkin çalıştığı varsayımına dönersek, sadece mülkiyetin özel sektöre transferi ilave özel sektör yatırımının karlılığını etkilemek zorunda değildir. Havayolu şirketi, özelleştirme sonrasında da aynı sayıda yolcuya ve eskisi gibi aynı etkin sermaye stokuna sahiptir ve böylece ilave yatırımın beklenen getiri oranı değişmez.
Sonuçta ikinci durumda, en azından sınırlayıcı durumda özelleştirme ne iç talebi ne de toplam arzı önemli ölçüde etkilemez. Özel sektörün portföy bileşimindeki etkisinde bono finansmanıyla aynıdır. Kamu bütçesinde de benzer bir etkiye sahiptir, ancak bono finansmanı vergi dışı gelirleri azalması yerine faiz ödemelerini artırır (kamu teşebbüslerinden temettüler ve diğer transferler biçimdeki vergi dışı gelirler). Bono finansmanı ya da özelleştirmeyle devlet önceden toplu bir gelir elde eder.

Bununla birlikte Devlet varlıklarını çok düşük bir fiyattan sattığında, dönemlerarası bütçe sınırlarını daraltır ve özel sektöre servet aktarır. Bu tür durumlarda, özelleştirme, etkileri daraltıcı maliye politikası ile dengelenmedikçe, kısa dönemde ekonomi üzerinde gelişletici bir etkiye sahip olabilir.

IV. VARSAYIMLARIN ESNETİLMESİ
A. Finansal Piyasa Aksaklıkları

Bu noktaya kadar, özelleştirmedeki mülkiyet transferinin hisse senedi arzıyla yapıldığını ve bu hisselerin bono finansmanının tam ikamesi olduğunu varsayarak analiz basitleştirildi. Bu varsayımlar standart IS-LM modelini kullanmamıza izin verir ve özelleştirmenin bir açık piyasa işlemine yakın bir sonuç vermesine yol açar. IS-LM modeli, sadece iki finansal varlık, bono ve para, olduğunu varsaymak suretiyle bankacılık sektörünü dışarıda bırakır. Bununla birlikte, banka finansmanı ile ve yurtiçi kullanıcılar için mevcut toplam kredi hacmi üzerindeki sınırlamalarla, özelleştirme işlemini yeni yatırım için mevcut kredileri azalttığı düşünülebilir. Aynı etki, eğer bono sahipleri alımlarını kısmen bankacılık sektöründen borçlanarak finanse ederlerse, devlet tarafından bütçe açığının aşırı ya da önceden fonlanması için aktif gayretlerinden ortaya çıkabilir. Bununla birlikte, devlet kağıtlarını geri alarak para arzını özelleştirme öncesi duruma getirirse özel sektör aynı miktarda (toplam olarak) hisse senedi ve bonoya ve aynı miktarda nakde sahip olacaktır. Daha sonra, başlangıçta kullanıldığı ilave banka borcunu tasfiye etmeye çalışacaktır.
Bonoların hisse senetleri ile ikame edilmesine ilişkin farklı varsayımlar farklı sonuçlara yol açacaktır. Bununla birlikte, devlet hisse senedi arzının para arzı üzerindeki başlangıç dengelemek için bir işlem yaptığı sürece, hisse senetlerinin ve bonoların toplam miktarı etkilenmeyecektir ve banka borçları için talebin de miktarsal olarak etkilenmeyeceği varsaymak mantıklı görünecektir.
Finansal piyasaların çok iyi gelişmediği durumlarda, bir ölçüde, özelleştirme işleminin likiditesi üzerindeki etkiyi dengelemek için kullanılabilecek önemli ölçüde kamu kağıt stoku olmadığında, özelleştirme hisselerin, özelleştirilen teşebbüslerin makul olarak tahmin edilen net değerinin çok altında değerlerde, alınıp satılmasını gerektirebilir. Bununla birlikte özel sektör tarafından tutulan diğer kağıtların fiyatları, özelleştirme ile, özellikle bu kağıtların miktarı az ise, baskı altında kalabilir.
Özelleştirme hisseleri için elde edilen düşük değerler, muhtemelen bu sınırların sıkılığına yol açarak, ayrıca kamunun bütçe sınırı üzerindeki etkiyi azaltır.

B. Kupon Özelleştirmesi

Bazı ülkelerde finansal piyasaların mukayeseli zayıflığı ve bazı özelleştirme programlarının büyük hacimleri bazı ülkelerin kuponla özelleştirme yapmalarına yol açmıştır. Kupon programında, katılımcılar, kendilerini bir teşebbüs ya da teşebbüs grubunun bir bölümünün sahibi haline getiren bedava kupon ya da kuponlar elde ederler. Kuponla özelleştirme kamudan özel sektöre varlık satışları ile finanse edilen bir sermaye transferine benzer. Kamunun elindeki mülkiyet azalır, fakat likit varlıkları artmaz. Özelleştirilen teşebbüs sıfır ya da negatif değerli olmadıkça, kamunun bütçe sınırı daralır. Bununla birlikte özel sektör bir servet artışı elde eder. Eğer özel sektör bu servet karşılığında borçlanabilir ya da alım-satımını yapabilirse tüketim artar. Böylece kupon özelleştirmesi iç tüketim üzerinde pozitif etkiye sahiptir. Bu etki ve yukarıda tartışılan yatırım üzerindeki muhtemel etki kupon özelleştirmesinin maliye daha sınırlayıcı yapmak suretiyle dengelenmesi gereken etkilere sahip olup olmadığının belirlenmesinde akılda tutulmalıdır.

V. SONUÇLAR

Yukarıdaki analizin özü şudur; özelleştirmenin kısa dönem makroekonomik etkileri kağıt ihracının etkilerine benzemektedir. Özelleştirmenin tüketimi azaltması gerekmez çünkü vergilendirmeden ayrı olarak özel sektörün servetini azaltmaz. Aslında, artırabilir dahi. Yatırım üzerindeki etkisinde olduğu gibi, analiz, kötü çalışan havayolu şirketi örneğindeki gibi özelleştirmenin aslında yatırımı azaltabileğini göstermektedir. Bu özel durumda özelleştirme iç tüketimi daraltır. Maliye politikasının durumunun başlangıç için uygun olması kaydıyla, -yani çok esnek olmaması durumunda- maliye politikası iç ve dış dengesizlikleri artırmadan genişletilebilir.

Bir ölçüde aşırı olan bu durumun dışında, özelleştirme kendi içinde ve dışında maliye politikasının durumunu değiştirmez. Bunun devamı olarak, özelleştirme gelirleri ister üretken yatırımlar, ister prestij projeleri olsun ilave yatırımların finansmanı için kullanılırsa kısa dönem makroekonomik etkiler genişletici olacaktır.
Belirli bir durumun, Durum I veya Durum II’yi yansıtıp yansıtmadığını belirlemek ve özelleştirme gelirlerinin miktarını ve zamanlamasını tahmin etmek çok güçtür. Bu durumlarda ihtiyatlı olmak özelleştirme gelirlerinin bir finansman aracı olarak ele alınmasını ve devletin dönemlerarası bütçe sınırını etkilemeksizin harcanabilir bir gelir olarak görülmemesini zorunlu kılar. En azından, özelleştirme gelirlerinin hasılat olarak ele alınmasını haklı kılan nedenler olması gerektiği makul görünebilir.

Çalışma, yatırımlarda bonolarla finanse edilen artışların genişletici ve sorunlu olduğuna inanma ve özelleştirme gelirleri ile finanse edilen yatırımların aynı şey olduğuna inanmama ile uyumlu olmadığına işaret eder. Aynı oranda, bir tarafta banka dışı özel sektörden borçlanarak finanse edilen yatırımların gerektirdiği daraltıcı etki ile ilgilenirken, özelleştirme gelirlerinin harcamasının gerektirebileceği potansiyel özel sektör yatırımlarının daralmasını ihmal etmekte uygun değildir. Son olarak, dış borçlanmanın borç servisi implikasyonları ilgili olmak ve özelleştirmenin gerektirdiği benzer impikasyonlarla ilgilenmemek uyumlu değildir. Kısa dönem makroekonomik açıdan, özelleştirme bedeva öğle yemeği değildir.

Bu iddialar, özelleştirme gelirleri sürekli harcamaları finanse etmek için kullanılırsa da geçerlidir. Birinci durumda dahi, iç tüketimi onarmak için ilave kamu harcamasının gerekebileceği durumda, özelleştirme gelirlerinin bir seferlik yapısı onların sürekli harcamaları finanse etmek için kullanılmasının uygunsuz hale getirebilir. Benzer iddialar genellikle bağışlar için geçerlidir –bağışlar bazı IMF üyesi ülkelerde finansman (yani bütçe dengesi bağışları dışarıda tutarak) olarak sınıflandırılır- bir bağışın kamu bütçesinin sınırını genişletmesine rağmen. Bununla ilgili bir diğer işlem de belirli servislerin (cep telefonu gibi) işletilmesi hakkı için alınan ücretlerdir. Bu tür gelirleri, sürekli olmadıkları sürece, sürekli harcamaları finanse etmek için kullanmak tehlikelidir.
Bu mülahazalar, özelleştirme gelirlerinin her zaman (merkez bankasına veya diğer kamuya) borç geri ödemesinde kullanılması gerektiğini ifade etmez. Tam, devletin banka dışı ya da dış borçlanmaya dayanması için çok iyi gerekçeler olabileceği gibi aynı amaçla özelleştirme gelirlerinin kullanımı içinde iyi bir gerekçe olabilir. Vergi düzeltilmesi için ileri sürülen iddialar ani vergi artışlarından kaçınmak arzusu kamu teşebbüslerinin ani satışlarını haklı kılacak bir iddia olmamakla birlikte, özelleştirme gelirleri üzerine dayanmayı haklı kılmak için de ileri sürülebilir.
Özelleştirme ayrıca potansiyel arzı da etkiler. Eğer özelleştirilen işletmeler özel sektörde kamuda olduğundan daha fazla verimli ise, özelleştirme, mülkiyetin transfer edildiği anda olmasa bile potansiyel üretimi artırır. Bu artış, belirli bir cari açık ile uyumlu kamu sektörü açığının artmasına yol açabilir. Benzer şekilde, enflasyon gerçek üretim ile potansiyel üretim arasındaki farkın bir fonksiyonu ise, özelleştirme fiyatların gelişimi üzerinde de etkili olabilir. Tekrar etmek gerekirse, mantık özelleştirmenin arz yönlü faydalarının en azından bir ölçüde indirgenmesini zorunlu kılar. Özelleştirmenin potansiyel üretimi ne zaman ve ne kadar artıracağı kesin olarak bilinmez.

]]>
http://mkconsulting.com.tr/ozellestirmenin-makroekonomik-etkisi/feed/ 0
Bürokratik Yalanlar http://mkconsulting.com.tr/burokratik-yalanlar/ http://mkconsulting.com.tr/burokratik-yalanlar/#respond Fri, 06 Nov 1998 17:12:20 +0000 http://mkconsulting.com.tr/?p=1025 Yönetim alanında özellikle kamu yönetiminde başarısızlıkların, olumsuz sonuçların sunulmasında çok kullanılan bir takım mazeretler vardır.  Bu mazeretlerin haklı olduğu sınırlı sayıda durum olmakla birlikte kullanıldıkları alanlar çok daha geniştir. Mazeretlerin haklı şöhretleri istismar edilmelerini engellemedikleri gibi kolaylaştırılar… Bulaşıcı olan bu tür mazeretler yaygınlaştıkça kurumsal fonksiyonlar zayıflar, yok olmaya yüz tutarlar.

Yöneticiler ve uygulayıcılar teşhis ve yönetim yeteneklerini hızla kaybederler. Sistem ve sistemler sürekli olarak daha alt kapasite düzeylerinde dengelenirler. Yani her durum haklı olarak içine düşülmüş bir durumu ifade eder.

Kişisel ve kurumsal inisiyatif kullanma yeteneği hızla yok olur. Kişisel sorumluklar azalır. Sürekli bir çeşit kendi kendini ikna yöntemi çalışır ve soyut sorumlular (mazeretler) üretilir. Aşağıda bu tür mazeretlerin bir bölümü incelenmektedir.

Mevzuat müsait değil!…

Esasen mevcut sorunların doğru teşhisi yapılmış, çözüm yolları apaçık bir şekilde ortaya çıkmış, ancak yürürlükteki mevzuatın çözüme elverişli olmadığı iddiasıdır. Genellikle mevzuatın günün gereklerine uygun olmadığı, eski kafalılarca ya da statükocular tarafından yazıldığı gibi iddialarla desteklenir. Mevcut durumda (statükoda) bütün değişikliklerin sihirli anahtarı genellikle soyut bir mevzuat değişikliğidir. Hatta mevzuat değişikliğinin zor olduğu durumlarda (Kanun, Anayasa gibi) değişiklik ihtiyacı çok daha yüksek sesle telaffuz edilir.

Önerilen mevzuat değişikliği somut değildir

Reform Gerekli….

Sistemin (içinde bulunulan, çalıştırılan sorumlu olunan v.s.) kötü tasarlanmış olduğu iddiasıdır. Mevzuat değişikliğinden daha şık ve daha soyut bir iddiadır. Bu iddia sahiplerine geniş bir hareket alanı sağlar, yani arka bahçede istedikleri gibi top oynayabilirler çünkü hataların bile suçlusu önceden bellidir, hiçbir şey yapmamak güzel bir mağduriyet imkanı da sağlar.

Değişikliğin cazibesi, her şeyin değişmesi arzusu bir çeşit dokunulmazlık oluşturur, değişikliğn niteliği genellikle gölgelenir, varsa yoksa bir şeylerin değişmesi gerektiği vurgulanır, ancak değişiklik cazibesi oranında korku ile karışık bir çeşit isteksizlik uyandırır. İki zıt duygu, reform savunucuları için bir tür heyecan verir

Sistem bozuk…

Çoğunlukla olumsuz çıktıların sorumlusu olarak ileri sürülür. Özeleştiri yerine savunmasız bir soyut kavram acımasızca suçlanır…Ex-ante ve ex-post olarak ileri sürülebilen iyi bir iddiadır. Performansın kötü olması halinde ex-post bir nitelik kazanır. Sistemin nemalı olması halinde ex-ante olarak bozuk suçlaması geniş bir hareket alanı sağlar…Reform gereği olduğu iddiasından daha az kaliteli bir iddiadır.

Yetkiler sınırlı…

Sistem bozuk iddiasına benzemekle birlikte daha çok kişisel bir nitelik taşır ve bu iddianın satışında güçlük olduğunda ileri sürülür.

Yeterli ve kaliteli eleman yok…

Yönetim zaafiyetinin ileri düzeyde olduğunda ileri sürülen bir iddiadır. Başarısızlığı başkalarına fatura etmenin en geçerli ifadesidir. Başkaları belirli değilidir, kişiselleştirilmediği hallerde her kes başkalrını diğerleri sanacağı için örgüt içinden dahi destek alabilir.

Maaşlar yetersiz…

Köle düzeninin olmadığı topluluklarda maaş/ücret büyük oranda piyasa değerini yansıtır. Yani herkes potansiyel emek değerinin ne olduğunun bilincinde olarak görev yüklenir. Ama her nedense bir süre sonra sanki bir aldatma sözkonusu imiş gibi yapılan iş ile alınan karşılığın orantısız olduğu anlaşılır. Bireysel olarak az çalışmanın ya da hiç çalışmamanın en geçerli gerekçesidir.

Ücret karşılaştırmalarında genellikle oransal bir hata yapılır. İyi ücret/maaş, genellikle elde edilmesi mümkün olmayan ancak kişinin kendisini layık gördüğü işin ücreti/maaşıdır.

Politik baskı var…

Kamusal olarak daha çok gözönünde olan işlerde yanlış uygulamalar için üretilir, kısmi bir politik baskı abartılır, ama çok kez politik baskı ve müdahale için imkan ve fırsatlar mazeret üreticileri tarafından yaratılır.

Sonuç olarak; kimse mevcut sisteminin (iyi yada kötü tasarlanmış nasıl olursa olsun) çalışmasını test etmemiştir. Yani var olan çalışma mekanikleri hiçbir zaman tam olarak etkinlikle çalıştırılamamıştır. Dolayısıyla eksikler ve sorunlar doğru teşhis edilememiştir. Kişisel sorumluluklar görev yapma işlevine hiçbir katkıda bulunmamaktadır. Yani görev, yerine getirme sorumluluğu taşımamaktadır.

]]>
http://mkconsulting.com.tr/burokratik-yalanlar/feed/ 0